Günümüzden Bir Kahraman

Eşim Aslı telefon açtığı sırada biletleri hazırlamıştım. Hazır doğuma daha zaman varken iki günlüğüne bir arkadaşımın Marmara Adası’ndaki evine gidip biraz dinlenmek istiyorduk. Zor bir hamilelik dönemi geçiyordu, ikinci ayda konan papillar tiroid kanseri teşhisi (çok önem arz eden bir hastalık olmadığı halde kanser tanısı bizi üzmeye yetmişti), sonrasında bilekteki karpal tünel sendromu, daha sonrası şiddetli grip yüzünden iki kez hastanelere taşınmak, bir dolu ufak tefek aksilik, insanın hayatında çok zaman denk gelebileceği şeyler de olsa bu zor dönemde sıkıntı yaratmıştı. Şöyle gidip, deniz kenarında bir evde, hiç değilse iki güncük…

Sesi çok kötüydü, Engin Hocanın kontrolünden sonra evde buluşacaktık. Nişantaşı’nda bir yerde oturmuş, çay içiyormuş ama nasıl da kötü konuşuyor, ağladı ağlayacak… Biraz üsteleyince döküldü: Hoca çocuğu kaybetme ihtimali bile olabilir dedi, suratıma kapadı telefonu. Anladım ki ağlıyor, konuşamayacak; insanın sevdiklerinin ağlamasına dayanması nasıl da zordur. Bir iki dakika bekledim, şaşkınlığımı üzerimden atamıyordum. Arayamadım, her şey iyi gidiyordu üç beş haftadır, ne olmuştu ki şimdi birdenbire, öylece kalakalmıştım. Ofisten çıktım. Arka tarafta bir bahçemiz var, oraya indim. Hava güneşli, akşamüstü. Kızımın adını bile belirlemişiz, hayaller kurmuşuz. İnsan ne garip! Bizi bekleyen zor günlerin hiç farkında değildik… Kendimi toplayıp, sesimi düzelterek aradım Aslı’yı.

Küçüğümüzün anne karnında yaşadığı ortamda var olan su epeyce azalmış. Bazen, bazı kadınlarda, sebebi belirsiz, olurmuş böyle. Çocuğu kaybetme riski, erken doğum riski varmış. Kaybetmek… Kaybetmek diyordu telefonda ve inanamıyordum. Bekle dedim, oraya geliyorum. Bir semte hiç bu kadar telaşla, heyecanla geldiğimi anımsamıyorum. Metroda ne yapacağımı bilmemenin telaşı. Oturduk, çay içtik, sakinleştik biraz, Engin Hoca bir hafta sonraya tekrar kontrole bekliyordu…

Buradan uzun uzun anlatmaya gerek var mı? Kızım Nar’ın akciğerlerinin oluşmaya başladığı dönemdeydik. Başka bir doktor, belki de çocuğa bir şey olmasın diye kendini garantiye alabilmek için hemen ertesi gün ameliyat diyebilir, küçüğümüz belki de haftalarca yoğun bakımda kalabilirdi. Nelerden konuşabiliyor insan, yaşam ne garip…

Engin Oral o gün karşımıza geçti, ben bir risk alacağım çocuklar, dedi. Bilim, sezgi, güç, rasyonel akıl, bir insanın işine bunca inanmış olması, bir insanın işinden başka yaşamı olmaması ve insanın işinin, bu dünyadaki en mucizevi olayın birebir takipçiliği olması… Aşağı yukarı on yedi gün bekledik, daha da fazla olabilir. Kızım Nar’ın akciğerleri, Engin Amcasının düzenli kontrolleri, risk alma bilgisi, işindeki uzmanlığı, gösterdiği bilim adamı titizliği sayesinde anne karnında, o suyu gittikçe azalmış ortamda, hareketlerinin kısıtlanması pahasına, doğanın hükmüne karşı koymadan, ölümle inatlaşa inatlaşa oluştu, gelişti.

Bir randevuya gidiyorduk, ardından üç gün daha duralım diyordu Engin Oral. Yine gidiyorduk, iki gün daha bekleyeceğiz çocuklar. Yeni bir buluşma: Arkadaşlar bir hafta daha! Nasıl karar verebiliyordu, nasıl bunca riski alabiliyordu, biliyorum geceleri çoktandır rahat uyuyamıyordur. İnsan bunca yükle çok zorlanır herhalde.

Nasıl günler geçirdiğimizi anlatmaya güç yeter mi? Nar’ın içerde oynayıp oynamadığını kontrol etmek, bir anne adayının saatler boyu içini dinleyerek geçirdiği anlar dile kolay… Anlatması kolay geliyor da nasıl yaşandı acaba? Biz miydik bunları yaşayan…

Sonra vakit geldi çattı. Tamam çocuklar, diyordu Engin Hoca, artık dört gün içinde bu işin bitmesi gerek, çocuğu kaybetme riskimiz artıyor. Eşimin heyecanını anımsıyorum, hemen atılıp dört gün sonra yapalım o zaman deyişini. Telaşımı anımsıyorum; bunca gün beklemişiz, ya bir şey olursa!

“Bize ne önerirsiniz hocam?” Sormak gerekiyordu artık, durum zaten çoktandır bizi aşmıştı, bizim hayat bilgimizi, deneyimimizi… Orada dediği şeyi hiç unutmuyorum, Aslı’ya bakarak her zamanki samimiyetiyle gülümsedi: “Kendi karım da olsa, kız kardeşim de olsa bu işi iki gün içinde bitirmek gerek derdim…” Ne diyorsa o olmalıydı! Hastanın doktoruna güvenmesi, doktorun hastasını yeri geldiğinde kendi ailesinden biri gibi görebilmesi, tıbbın sektöre dönüştüğü, insanların hastalığının çokluk kâr nesnesi olarak görüldüğü bunca hain bir dünyada nasıl da özel, önemliydi…

Evet, o günlerin üzerinden iki ay geçti, Nar bugün yarın üçüncü ayına basacak. Yoğun bakımda sadece bir buçuk gün kaldı, o da vücut ısısını ayarlayamadığı, doğum anında şoka girdiği için. Solunum cihazına hiç bağlanmadı. Hayatımızın en güzel armağanı… Sadece bir buçuk gün, bunun nasıl bir nimet olduğunu zamanla anladık.

Ameliyattan sonra bir gece on bir buçukta hastanedeki odamıza geldi Hoca. Yorgunluktan sızmış, uykulu bir halde dinledim onu, her zamanki gibi çabucak geldi, çabucak gitti, çok işi olan insanlardan, işiyle yaşayanlardan biri… Giderken ben böyle çocukları daha çok severim diyor, gülüyordu: Dirençli olur bunlar, savaşçı olur, inatçı olur, zorluklar içinde büyümüşlerdir çünkü.

O eski güzel roman kahramanlarının o güpgüzel atlara binip gittiği bir çağı yaşıyoruz biliyorsunuz, işte en azından ben, kendi adıma Engin Oral’ın o insanlardan, o şövalye duygulu, işinin âşığı insanlardan olduğunu düşünüyorum ve onun inatla burada kaldığını.

Nar da, Aslı da, ben de önce hayatın inanılmaz gücüne, sonra da Engin Oral’a hep şükran duyacağız…

Instagram